TÜRKİYE’DE HEPATİT B TAŞIYICILARININ ORANI NEDİR?
Dünya üzerinde kronik HBV enfeksiyonu taşıyanlar 350 milyon iken 2 milyar kişi hayatının bir döneminde virüse maruz kalıyor.
Türk Gastroenteroloji Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Birol Özer, Dünya Hepatit Farkındalık Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada, gıdaların metabolizma, depolanma, detoksifikasyon ve protein üretimi başta olmak üzere 500’den fazla vücut fonksiyonundan sorumlu, kompleks bir organ olan karaciğerin, vücuttaki pek çok diğer organdan farklı olarak kendisini yenileyebildiğini, sağlıklı bir karaciğerin yüzde 75’i çıkartıldığında, geri kalanının birkaç ay içerisinde karaciğeri kendi orijinal boyutuna getirebildiğini anlattı.
Hepatitin karaciğerin iltihabı olduğuna değinen Özer, karaciğer hasarının derecesini belirleyebilmek için karaciğer biyopsisi yapıldığını, biyopsi işleminin yararı düşünüldüğünde risklerinin çok az olduğunu belirtti.
Özer, dünya üzerinde kronik HBV enfeksiyonu taşıyan insanların sayısı 350 milyon iken, 2 milyar kişinin hayatının bir döneminde virüse maruz kaldığını kaydederek, şu bilgileri verdi:
“Ülkemizde kanında hepatit B virüsünü taşıyanların oranı yaklaşık yüzde 4 civarındadır. HBV ayrıca son derece bulaşıcıdır, HIV virüsünden 100 kat daha fazla bulaşıcıdır. HBV insandan insana enfekte kan ya da vücut sıvılarına temasla bulaşır. En yaygın bulaşma şekli coğrafi bölgelere göre farklılık gösterir. Batı Avrupa’da enfeksiyonların büyük bölümü enfekte kişiyle cinsel temas ya da iğne ve enjektör paylaşımı yoluyla bulaşır. Ancak, Asya ve Ortadoğu’da HBV en yaygın olarak anneden çocuğa ya da çocuktan çocuğa geçer. Diğer yaygın bulaşma yolları ise enfekte bireylerle diş fırçası, tıraş bıçağı gibi kişisel eşyaların ortaklaşa kullanılması ve dövme ve piercing için sterilize edilmemiş alet kullanımıdır. Enfekte anneler virüsü doğum sırasında bebeklerine geçirebilir, ayrıca kazara batan iğneler yoluyla enfekte kana maruz kalabilecek sağlık personeli de risk altındadır.”
Hepatit B ile enfekte çoğu bireyin herhangi bir belirti veya semptom göstermediğini, ancak siroz ve karaciğer kanseri açısından çok daha büyük risk taşıdığına işaret eden Özer, hastalığın yenidoğan döneminde enfekte olan bireylerin yaklaşık yüzde 90’ında, çocukluk döneminde enfekte olanların yüzde 20, erişkin dönemde enfekte olanların yüzde 5’inde kronik (müzmin) hale geldiğine dikkati çekti.
Özer, Hepatit B virüsü açısından inaktif taşıyıcı olarak adlandırılan bireylerde virüsün çoğalma hızının oldukça düşük ve karaciğer testlerinin normal oluğunu ifade ederek, bu gruptaki hastaların tedavisiz izlendiğini kaydetti.
Enfekte kişilerin yüzde 15-25’inde virüsün çoğalma hızının yüksek olduğunu ve HBV kaynaklı karaciğer hastalığının geliştiğini anlatan Özer, virüs yüküne bağlı olmakla birlikte genç yaşta enfekte olanlarda 15-20 yılda, ileri yaşta enfekte olanlarda 7-8 yıl içinde, normal karaciğer dokusunun yerini ölü skar dokusunun alması demek olan sirozun ortaya çıktığına işaret etti.
“Semptom görülmemesi nedeniyle, hastalığı teşhis edilmemiş milyonlarca HBV’li insan var”
Prof. Dr. Özer, HBV’nin tüm dünyada kronik karaciğer hastalıklarının ve karaciğere bağlı ölümlerin baş sebebi olduğunun altını çizerek, Hepatit B tedavisine ilişkin şunları sıraladı:
“Kronik HBV’yi vücuttan tamamen yok edecek bir tedavi seçeneği günümüzde yoktur, ancak daha ağır ve hayati tehdit oluşturan komplikasyonların gelişmesini önlemeye yardım eden iki tip tedavi bulunmaktadır. İnterferon tedavisi antiviral ve bağışıklık sisteminin enfeksiyona yanıtını güçlendirmek yoluyla etki gösterir ve iğne şeklinde uygulanır. Direk etkili antiviral tedavi ise virüsün kendini kopyalarken kullandığı sürece doğrudan müdahale ederek, böylece kandaki virüs miktarını azaltmak suretiyle etkili olur ve tablet şeklinde kullanılır. Tedavi, kandaki virüs miktarının azaltılmasını, bu miktarın zaman içerisinde mümkün olan en düşük seviyede tutulmasını hedefler. Tedavinin sonlandırılması ise HBsAg’ye karşı antikorun (Anti-HBs) oluşması ile gerçekleşir.”
Aşılamanın HBV’ye karşı başlıca korunma yöntemi olduğunu vurgulayan Özer, “Aşı sadece daha önce virüse maruz kalmamış bireylerde etkindir. Aşının birer ay ara ile 3 doz uygulanması genellikle yeterli olmaktadır. HBV riski taşıyan kişilerin, teşhis için basit kan testleri hakkında hekimlerine danışmaları gereklidir. Yaratabileceği ciddi sağlık sorunları açısından olduğu gibi, enfekte kişi belirti göstermediği halde hastalığı başkalarına bulaştırabileceği için de HBV enfeksiyonunun tespiti kritik önemdedir. Semptom görülmemesi nedeniyle, hastalığı teşhis edilmemiş milyonlarca HBV’li insan vardır. HBV’nin yayılmasını önlemek için risk faktörlerini anlamak ve virüse maruz kalmaya yol açabilecek durumlardan kaçınmak gerekir” bilgilerini paylaştı.
“Ülkemizde Hepatit C sıklığı yaklaşık yüzde 1 civarında”
Prof. Dr. Birol Özer, dünyada 170 milyondan fazla insanın Hepatit C ile yaşadığına değinerek, şöyle devam etti:
“Ülkemizde Hepatit C sıklığı yaklaşık yüzde 1 civarındadır. HCV bulaşan kişilerin yaklaşık yüzde 15-20’si 6 aylık bir sürenin sonunda tamamen iyileşir, geri kalan yüzde 80-85’i ise kronik Hepatit C ile infekte birey haline gelir. Bu kişilerin yüzde 20’sinde ise sonunda karaciğer kanserine dönüşme riski olan siroz gelişir.
Tanı, ancak bu hastalığı aramaya yönelik testler yapıldığında konulabilir. Çünkü bireylerin çoğu hastalıklarının farkında değildir. Önce anti-HCV testi yapılır. Bu testin pozitifliği, kişinin hepatit C virüsü ile karşılaşmış olduğunu gösterir. Anti-HCV pozitif bireylerde eğer virüsün çoğalmasını gösteren HCV RNA testi pozitif ise HCV infeksiyonundan bahsedilebilir. Eğer anti-HCV pozitif bireyde HCV RNA testi tedavi ile ya da doğal olarak negatifleşti ise kişi hastalığı geçirmiş demektir. Ancak anti-HCV pozitifliği kişide bağışıklığın geliştiği anlamına gelmez. Bireyde ileride yeniden HCV bulaşı olur ise tekrar hasta olabilir.”
HCV’nin yayılma yollarını, “iğne ve şırıngaların ortaklaşa kullanılması”, “kontamine kan ile yapılan kan nakilleri ya da enfekte kişilerden alınan organ nakilleri” ve “anneden çocuğa aktarma” şeklinde sıralayan Özer, Hepatit C virüsü taşıyan annenin, mikrobu bebeğine bulaştırma olasılığını yüzde 5 olarak açıkladı.
Özer, HCV ile enfekte olan kişilerin çoğunun herhangi bir belirti veya semptom göstermediğini, kronik HCV’nin zamanla siroza ve karaciğer yetmezliğine yol açabildiğini belirtti.
Hepatit C’li hastaların sadece küçük bir kısmının tedaviye erişebildiğini ifade eden Özer, şunları kaydetti:
“Avrupa’da tahmin edilen ortalama tedavi oranı yüzde 3,5’tir. ABD’de Hepatit C infeksiyonu olduğu bilinenlerin yüzde 10’undan daha azı tedavi edilmiştir. Tedavinin öncelikli hedefi hastanın vücudundan virüsün yok edilmesi ve tam iyileşmenin sağlanmasıdır. Ancak yapılan başarılı tedavi mikrobun yeniden bulaşması ve reenfeksiyonu önleyemez. HCV, çeşitli genotipleri ve birçok farklı alt tipleri belirlenen son derece karmaşık bir virüstür. Bu durum, HCV tedavisi önünde bir sorun oluşturur, çünkü farklı genotipler kombinasyon tedavisine farklı yanıtlar oluşturur. Çok sayıda genotipin varlığı ayrıca tek bir HCV aşısının geliştirilmesini de zorlaştırmaktadır.
HCV genotipleri doğrudan tedavi edilebilir, fakat Avrupa’da ve ülkemizde en yaygın HCV tipini (genotip 1) taşıyan hastalar da tedavi biraz daha zordur. Ancak son yıllarda geliştirilen direk etkili antiviral ilaç kombinasyonları ile tedavide yüzde 95-100’ye yakın kalıcı başarılar elde edilmiştir. Bu yeni tedaviler ağızdan hap olarak kullanılmaktadır. Tedavi süresi de 12-24 hafta sürmektedir. Bu ilaçlar tedaviyi etkileyecek anlamlı bir yan etkiye de neden olmazlar. Yeni geliştirilen ilaçlar, haziran itibarıyla ülkemizde kullanılmaya başlanmıştır.”
Özer, aşısı bulunmayan HCV’den korunma yollarını “risk faktörlerini anlamak” ve “virüse maruz kalmaya yol açabilecek durumlardan kaçınmak” şeklinde sıraladı.
KAYNAK:AA